İzmir İnsanı

İzmir ve izmirlilerle ilgili söylenegelmiş birçok şey var. Kızlarının güzel oluşundan, şehrin gavur oluşuna kadar türlü konularda envai çeşit yorum var. Ben burada 6 yıldır yaşadığım bu güzel şehirle ilgili deneyimlerime dayanan ve sabah sabah aklıma gelen noktaları paylaşıyorum:


Bu şehirde insanlar çoğunlukla sıraya girmeyi bilmiyor. Ankara metrosunda, İstanbul metrosunda insanlar inenlere öncelik tanıyor, inmelerini bekledikten sonra usul usul biniyor. İzmir'de ise durum "This is Sparta!". Metro kapısı açıldığı anda bekleyenler inenlerin içinden geçmeye çalışıyor, meydan muharebesi resmen. İtiş kakış, söylenenler, küfredenler, cıkcıkcıklayanlar. İşin garibi, binerken ya allah modunda inenlerin üzerine gidenler bu sefer kendileri inerken üzerlerine gelinince kendileri cıkcıklamaya başlıyor. Değişik bir kısır döngü...
Bunun paralelinde, yeni ergenlerde toplu taşımada en temel ve en geleneksel olaylardan biri olan yaşlılara/ihtiyacı olanlara "yer verme" tamamen yok. Yok öyle bir şey. Yok. Hiç olmadı. İki büklüm bastonlu amcalar ayakta giderken 15 santim mesafede -havanın soğuk olmasına karşın sadece kolları sıvalı bir gömlek giyen- çocukların güle oynaya oturmalarına çok şahit oldum.


Bu şehirde her şey ama her şey gecikiyor. 10.00'daki toplantı 10.20'de başlıyor, 15.00'de bitmesi gereken ders 15.15'de bitiyor. 20.00'deki konser 20.30'da başlıyor. Dışarıdan bakıldığında "oh rahatlık işte ne güzel" diye düşünmek kolay ama işin içine girildiğinden gerçekten ama GERÇEKTEN sinir bozucu oluyor bir süre sonra. Muhteşem bir disiplinsizliğin ve zekasız bir saygısızlığın harika birleşimi. 


Bu şehirde eğlence anlayışının neredeyse tamamı yeme içme ve vitrin oluşturma üzerine kurulu. Kafeler, restoranlar, trend restoranlar, oturulunca gözükülen, caka satılan mekanlar, vb. Bunların mevcut olmasıyla ilgili bir sorun yok, ama mekanların yüzde 95'inin bu klasmanda olması ilginç bir dengesizlik. 


Bütün bunları bir araya getirince şehirdeki devlet dairelerinde çalışan memurlar da gerçek üstü bir tembelliğe ve iş yapmazlığa ulaşıyor. Öğle arasından önce yarım saat erken kaybolup, yemekten sonra yarım saat geç beliriyorlar. Mesai sonu da bu şekilde. Cuma öğleden sonra zaten bütün odalar boş. Hatta bazı günler uydurma bahanelerle hiç işe gelmeyenleri de şahsen görüyorum. Gelenler de saksı rolünü başarıyla ortaya koyuyor. Meşgül gözüküp World of Warcraft oynayan öğrenci işleri görevlisini kendi gözlerimle gördüm. 


İzmir'de ve çevre ilçelerde ustalar iş yapmak istemiyor. Musluk mu bozuldu? Salona dolap mı çakılacak? Usta gelmez. Gelmek istemez. Düğünü vardır. Çocuğu hastadır. Canı istemiyordur. O iş yapacak, işini yapacak, siz üzerine para vereceksiniz, bunun farkındadır belki ama çalışmaya üşenir. Gelmez. Çalışmaz.


Bu şehirde delirmiş yaşlılar var. Gerçekten. Ama neye delireceklerini şaşırmışlar. Mesela diyelim ki bir kavşakta trafik sıkışıyor, otobüs güç bela ilerlemeye çalışırken sert bir fren, kornalar, ortam geriliyor. Hemen biri patlatıyor: "İşte hükümet yüzünden onlar yaptı hep höhöölölööö." Lan oğlum bi dur, bi soluklan. Of. 


Ya da terminalde otobüse bagajınızı vereceksiniz, otobüslerin arasındaki dar boşlukta muavine çantanızı uzatıyorsunuz "abi 34 numaradayım, garajda inicem" derken başka bir delirmiş yaşlı "evlat benim bagaj fişimi vermedin, benim yerimde bir kadın oturuyo, hükümet yüzünden onlar yaptı hep höhöölölööö." diye krize giriyor. Şu amcayı oturtun en öne, verin çayını topkekini soluklansın.


Şehir güzel. Gerçekten görülecek yerler, izlenecek güzel manzaralar var. Lakin bunun bende edindirdiği izlenim, hani "İstanbul'un başına gelen en kötü şey Türkler" derler ya, İzmir'in de başına gelmiş en kötü şey tembeller. Her şey lafta. Diller pabuç.


4 Kasım İzmir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder